Anılar, fotoğraflar ve Youtube’daki en sevdiğim video

IMG_0300Geçtiğimiz ay ufak bir hırsızlık olayıyla karşılaştım. Depoda duran eşyalarımın içinden taşınabilir olanların çoğu çalınmış çıktı. Yok, değerli bir şeyim zaten yoktu çalınacak, ve evet zaten cana geleceğine de mala gelsin elbette ama anısı olan eşyaların yokluğu biraz üzüntü yaratmadı desem yalan olur. Sevdiklerimden gelen ufak hediyeler, gezilerde beğenip aldığım hatırlangaçlar, defalarca okuyarak cildini tanınmaz haline getirdiğim, sağından solundan post-it fırlayan romanlar, aylarca internette izini sürüp inanılmayacak ucuz fiyata bulduğum basımı tükenmiş referans kitapları ve daha neler neler…

Üzüntümle dalga geçen bir-iki rahatsız olmadı değil ama genelde aldığım teselliler hep yeni anılar oluşturacağım, geçmiş anıları temsil eden cisimlerin kaybolmasının anıların da kaybı olmayacağı yönündeydi ve çok da işe yaradılar. Fakat hala kaybolan fotoğraf makinelerime olan üzüntüm geçmedi. Özellikle de içlerinde pek şahane bir günde çekilmiş olan ve yaptırılmayı bekleyen filmlerle çekmecede dinlenen analog makineler için minik birer yas tutuyorum.

IMG_0298

Fotoğraf işine hobim diyemem, doğru dürüst bir ilgim bile yok aslında. Çok küçük yaşta anı toplamak için çekmeye başladım. Öğrenmeye ise “Madem anı topluyorum güzelce toplayayım.” diye niyetlendim. Öyle de güzel yaptım ki, belgeleriyle kişisel tarihimi saklıyorum ev içinde. Üçüncü sınıfta yan yana oturduğumuz, Merve’nin bize “Siz yoksa aşık mısınız?” diye sorduğu Eray’ın resmi var. Eray üçüncü sınıftan sonra gitti. Soyadını hatırlamıyorum, sesini ya da Merve’ye bunu sorduracak kadar ne konuştuğumuzu. Ama o fotoğraf sayesinde Eray’ın varlığını hatırlıyorum. Beşinci sınıfta yıl sonunda Ricky Martin eşliğinde dans ederken beyaz elbiselerimizle kareler çektirmişim sınıftan birine. O yaz kuzenlerimle bizim odada bebeklik resimlerimizi tekrar canlandırmaya başlamışım. Ortaokulda sınıfımdaki erkek grubu öğretmen masasını darbuka gibi çalıp “Pınar başı burma burma…” diye devam eden şarkıyı söylerken nefis bir anı yakalamışım. Gördükçe o anki neşemi en baştan yaşıyorum. O yıl yaz tatiline kuzenim ve abimle gitmişiz, kuzenim havuzdan ıslak çıkıp gazetenin üzerine yatınca bütün yazılar sırtına geçmiş. İtirazlarını dinlemeden çektiğim o fotoğraf hala kahkahalarla güldürüyor, buluşmalarımızda bahsediyoruz. Lisenin başlarında yine enfes anlar yakalamışım, çok genciz, çok safız, gözlerimiz parlak ve çok eğleniyoruz. Hmmm. Bu andan sonra fotoğraflar kesiliyor. Neden dersiniz? Evet, dijitalin ortaya çıkışı. İçinde platonik aşkımın da olduğu dijital pozları içeren bir CD vardı. Nasıl olduysa kayıplara karıştı. Yine pek güzel fotoğraflar çektim ama pek bastırmaya niyet edemedim, o anda görüyordum zaten.

Sonrası biraz bulanık. Yıllar daha hızlı geçmeye başladı, daha az eğlenmeye meyilli oldum. Sonra bu iş böyle olmayacak dedim. Flickr’de takip edip çok bayıldığım fotoğrafçılardan özenip bir analog kamera edindim, artık eskisi gibi olmayan 35mmlik filmlerden aldım. Önce herkes bir yadırgadı. “E-kitap da neymiş, kitabın kokusu, elde ağırlığı olmadan okunur mu?” diyen herkese hevesle saldıran arkadaşlarının böyle nostaljik saçmalıklar yapmasına anlam veremediler. Fakat basılan fotoğraflar, kendiliğinden olan sepya efektleri ve her şeyden önemlisi kimse “Ben çok çirkin çıkmışım tekrar çekelim.” demediği için doğal ve içten ifadeler onları bunun bir hipster fantezisi olmadığına ikna etti diyelim.

Bu konuya biraz ara verelim mi? Biraz da Dvorak’tan bahsedelim. İlk klasik müzik kasedim Yeni Dünya Senfonisi’ydi. Ay onun da bir sürü anısı var aslında ama sıkıldınız anıdan geçeyim. Neyse Dvorak’ın Humoresque diye iki parçası var, biri çok ünlü, büyük olasılıkla duymuşsunuzdur, hatta biliyorsunuzdur. Çok güzel, nazlı bir parça, hafif, adı gereğince neşeli, derinden hüzünlü, basit yapısına rağmen kompleks duygular içeren bir piyano eseri. Ben viyolonsel için de çalmıştım (viyolonselim de çalındı bu arada), eşliksiz aynı duyguyu vermemişti.

İşte bu parça. Videoyu izlediniz mi? İzlemediyseniz müziği dinleyerek izleyin. Bu benim Youtube’da bulduğum en çok izlediğim ve en sevdiğim video. Kolajı hazırlayan büyükannesinin arkadaşlarıyla olan eski resimlerini kullanmış. İsmi bir çok hissi çağırıyor, Dead People in Happier Times. Açıklamasında önceden bir kısım vardı, sonradan sildi galiba. Tarihlerde savaş yaklaştıkça arkadaş grubundan insanlar fotoğraflarda azalmaya, eksilmeye başlıyor demişti. Çok ürkütücü değil mi? Kanlı savaş sahnelerinden çok daha etkileyici buluyorum.

Neyse, üzücü konuları geçelim canınızı sıkmak istemem. Eski fotoğraflardan bahsedelim. Fotoğraflar ne güzeller, herkes gülümsüyor, kendilerini tanımamış bir insanı bu videoyu yapmaya yönlendiriyor. Bambaşka bir kıtada beni bu yazıyı yazmaya itiyor. Tamam, Dvorak da güzel ama mutlu zamanlarındaki şimdi ölmüş olan insanlar daha da güzel. Telefonunuzdaki fotoğraflara bakmak istemeyeceksiniz. Geçen o havalı mekanda yediğiniz yemeğin fotoğrafı var. Yemekten çok keyif aldınız belki, ama ona dair pek bir şey göremiyoruz. Selfie’ler, arka arkaya. Birinde gıdınız çıkmış, durun sonrakinde çenenizi kaldırırsanız Hugh Jackman’a benzemişsiniz, toplu halde rakı-balık gecesinde çekindiğiniz birkaç fotoğraf var, birkaç deneme yapmışsınız. Burnu güzel olanlar profilini dönmüş, gamzeli olanlar gülümsemiş, dişlerini beğenmeyenler gülümsememiş. Selfie’ye karşı değilim, özellikle kadınlar için kendi bedenleriyle barışık olmaları, kendilerini beğenmeleri için çok güzel bir atılım. Güzel hissetmek için İtalyan aksanlı bir fotoğrafçının iltifatlarına ihtiyacınız yok, makine elinizde en kusursuz pozunuzu bulabilirsiniz. Bütün medyanın size çirkin olduğunuzu, şu ve bu ürün olmadan tam olamayacağınızı hatırlattığı bir zamanda selfie çekip sonuçtan memnun kalmak elbette devrimsel bir hareket. Ama diyorum ki, şey olsa, bizim de mutlu zamanlarımızdan, gıdımız çıkmış mı dert etmeden kağıda basılmış anılarımız olsa güzel olmaz mı sevgili arkadaşlarım ve akrabalarım? Mutluluğumuzu sosyal medyadaki takipçilerimize değil de ilerideki kendimize hatırlatmaya çalışsak arada bir. Güzel olmaz mı?

Çok uzun geldi, okuyamayacağım diyenler için: Doğru dürüst poz verin, tek defa çekeceğim.

Fotoğraflar için bellatrixbegins’e binlerce teşekkür!

3 thoughts

  1. Allah’ım, bu ne güzel bir yazı. Azıcık dert edindiğim bir konuya parmak basmışsınız sayın Axolotl Hanım’cığım. İyisi mi gidip biraz fotoğraf bastırayım, sonra onlardan kendime albümler doldurayım. Yatırım olur, 40 sene sonra torun torba darlarım.

    Liked by 1 kişi

Yorum bırakın