Geçtiğimiz haftalarda film festivallerinin kraliçesi Cannes Film Festivali’ne damgasını vurmasını beklediğimiz kadınlardan burada bahsetmiştik, sadık Mahmutter’lar hatırlayacaklardır. Ünlü kırmızı halı geçtiğimiz hafta 70. kez serildi, Grand Théâtre Lumiére perdesini açtı, Fransız Riviera’sına akın başladı.
Vizyon takviminde bir çeşit yılbaşına işaret eder benim için Cannes, her biri umut vaat eden pek çok filmin izleyicisiyle ilk buluşması, film hakkında ilk değerlendirmelerin sosyal medyayı karıştırması, ayakta alkışlananlar, yuhalananlar, yuhalandığı halde ödüle uzananlar, pek tabii ki şıklar ve daha şıklar, ve daha neler neler. Film yılının en umut vaat eden zamanıdır bence, iyi bir film kadar insanı mutlu eden kaç şey var hayatta zaten? Mutluluğun kendisinden bile güzel olan ihtimalidir bence Cannes, gitmesek de görmesek de.
Kıymetli Mahmutter’lerin gözleri bayram etsin diye seçkiden birkaç filmin posterini buraya bırakıyorum, maksat gözümüz alışsın. Bir kısmı unutulup gitse de büyük bir kısmı türlü festival ve Başka Sinema maharetiyle bizimle buluşacak nihayetinde.
Haneke imzalı Happy End, festivalin en iddialısı. Burjuva değerleri ışığında Avrupa mülteci krizine bakan Haneke’nin kamerası ne çekmiş bilinmez ama afişteki pek tanıdık iPhone arayüzü ve pek tekinsiz Akdeniz manzarası merak uyandırıcı. Seyirci kalma meselesine Cache’de eğilip kabuslar gibi üstümüze çöken Haneke’den dünyayı telefonunun ekranından izleyen nesle, sevgilerle…En son Carol ile kalbimizi söküp atan Todd Haynes, çocukların merkezinde olduğu bir film ile mainstream’e göz kırpıyor. Festivalde beğenen olduğu kadar burun kıvıranı da eksik kalmadı Wonderstruck’ın. Afişinden bile belli olan yapım tasarımındaki ince işçilik büyük ihtimalle Amerikan Film Akademisinin gözünden kaçmayacaktır. Amazon imzası ise görmeye alışmamış gereken bir diğer yenilik.Zvyagintsev’ın son Cannes çıkarması Leviathan, gelişmekte olan bir ülkede, çok da güvenmediğin bir hukuk sistemi, yoksulluk ve din tarafından ezilmiş ruhların hayatlarını sürdürme çabaları üzerine yürek ezen bir çalışmaydı ve o yılın en iyi işlerinden biriydi. Bu yıl, çok mikro bir hikayeyle benzer bir işe soyunan Zvyagintsev, bizi bir kez daha yalnız ve güzel ülkesine bakmaya davet ediyor. Kırmızı, Mavi ve Beyaz renklerle süslü afiş, “Batsın bu Dünya” ve “Vive le cinéma!” nidalarını birbirine karıştırıyor.İlk günden itibaren Festival’e damgasını vuran Netflix vs. Cinéma tartışmasının müsebbiplerinden biri, yıldız kadrosuyla festival kırmızı halı heyecanına da katkısı yadsınamayacak Netflix mamülü Okja, dijitalleşen dünyada, yeni bir sinema dilinin ve film izleme pratiğinin ilk örneklerinden biri olmasıyla da antolojilere girecek muhtemelen. Pek gizemli Teaser afişi ile de ilgiyi hak ediyor.Lanthimos kayıtsız kalınamayacak genç bir sinemacı. Bu ikinci İngilizce filminin de Cannes sahillerine vurması şaşırtıcı değil o yüzden. Hakkında ne kadar az şey bilsem o kadar iyi, kişisel seyir zevkim için film hakkında beyan edilmiş her fikirden itina ile uzak duruyor, şimdilik afişten başka hiçbir veriyi değerlendirmeye almıyorum.Senenin en muhteşem filmi olmaya aday, Neil Gaiman ve John Cameron-Mitchell’ın dehalarını birleştiren “How to Talk to Girls at the Parties” anında kült mertebesine erişebilecekmiş gibi duruyor. Kırmızı halıda bıraktığı yaldızlı izden ayrıca bahsedelim.
Diğerlerine gelirsek;
…gücünü yıldızından almaya odaklanan, 80ler estetiğinin temsilcisi In the Fade ve Good Time.
…Oyuncu kadrosunun cinsel cazibesinin farkında, bunu da sonuna kadar kullanmakta beis görmeyen Sophia Coppola imzalı Beguiled, açılış filmi Les fantômes d’Ismaël ve biyografik Rodin.
Siz de benim gibi gidemeyenlerdenseniz, müsterih olunuz efendim, canımız ciğerimiz FilmEkimi & Başka Sinema mevzuya el atana kadar festival haberlerini Twitter‘dan takip edebilir, Instagram ve YouTube‘dan gözlerinizi şenlendirebilirsiniz.
*Film afişlerinin çoğunu IMP’den, kapak fotoğrafı Cannes Film Festivali resmi sitesinden.