İstanbul’a bu sefer turist olarak gittim, hem de uzun bir aradan sonra. Karşılaştığım hemen herkes “Eee İstanbul değişmiş mi?” diye sordu. Teşvikiye’nin birkaç kilometre sağında solunda vakit geçirdiğim ve hatta Galata’ya bile uğramadığım için İstanbul gözlemlerim sınırlıydı. Bunun iyi yanı, taksi şoförleriyle muhatap olmadım, toplu taşımaya ihtiyacım olmadı, sevdiklerimin bir kısmını gördüm, Maçka parkında ağaçların yapraklarından yansıyan güneş ışınlarını takip ettim. Bir sonraki ziyaretimde belki yerinde yeller eser korkusuyla bir sürü fotoğraf çektim.
Topağacı-Beşiktaş

Yıllarca orada yaşadığım için kürkçü dükkanımdan öteye gidemedim. İyi de oldu, tanıdık yüzler, sokak kedileri, çiçeklenmiş ağaçlar, otoparkın köpeği… Kedilere heyecanla yaklaşıp fotoğraflarını çektim, çünkü turist olmak böyle bir şey. Melis ve Gazoz’u da ziyaret ettim. Gazoz gerçekten çok yakışıklı bir bey ama Melis faktörünü de unutmamak gerek, bir sonraki yaşamımda Melis’in kedisi olmak istiyorum.
Başka yerler açılmış olabilir ama akşamüstü yine Touchdown’daydım. Yaşlılık, evet. Petra’nın kahvelerini ve ortamını sevdim ama uzun süre kalma hakkımı yine MOC’tan yana kullandım. Alışkanlık.
Güneş gözlüğü aldım, çünkü moda başkenti Paris’imizde güneş gözlüğü yok ve İstanbul’dan almak gerekir, evet. Asmalımescit’te çok sevdiğimiz takıcı orayı bırakmış, Teşvikiye’de yeni yerini açmış, yeni bir isimle: Artiz. Giderseniz mutlaka uğrayın, sahipleri de çok tatlı iki kadın. BURADAN SEVGİLERİMİ DE İLETİYORUM. Oradan bir çift küpeyle çıktım. Adres: Şakayık Sokak No:11 Teşvikiye
Şakayık Sokak üzerindeki Muhtelif de dekoratif objeler seviyorsanız uğrayabileceğiniz bir yer. Oradan da dörtlü pirinç kaseyle ve şu mumla ayrıldım. Rebul’un İstanbul oda kokusu ve mumuyla da Zeynep ve Melis sayesinde tanışmıştım, rahatsız etmeyen, hafif ve gerçekten -biraz da hayal gücüyle- İstanbul gibi bir koku. Zorlarsanız erguvanlar açarken Ihlamur Kasrı’nda olduğunuzu düşünebilirsiniz. Aklınızda olsun.
Bir diğer sevdiğim yer de Archive. Ben Archive’i Serdar-ı Ekrem sokaktan biliyordum aslında ama Teşvikiye’ye taşınmış veya şube açmışlar. Bu kahve fincanı da oradan…
Teşvikiye’de ikinci el ve antika mağazaları eskisine göre daha fazla ama fiyatlar Avrupa’ya kıyasla pek yüksek. Ama Sandık’ı sevdim çünkü ürünleri gerçekten kaliteli ve sahipleri de sattıkları ürünlerin tarihi, menşei hakkında donanımlı. Adres: Ahmet Fetgari Sok. 39/A Teşvikiye
Kapalıçarşı – Ortaköy
Sizi bilmem ama ben Kapalıçarşı’yı çok severdim, Mahmutpaşa yokuşundan ineyim, Mısır çarşısından çıkayım, sonra Galata köprüsü, Karaköy… Sonra pek çoğunuz gibi, pek çoğunuzun bildiği sebeplerle soğudum. Ama bu sefer gitmek istedim, bakırcılara uğramam da gerekiyordu. Oysa çarşı bomboştu. Sadece duyarlı(!) esnafla karşılaştım, bırakın yabancı turisti, yerli turist de yoktu. Kapalıçarşıyı ilk kez bu kadar ıssız ve terk edilmiş gördüm. Bir İstanbul dramı. İçi kalaylanmış bakır sahanımla çıktım oradan. Çünkü neden? Hepimizin kapaklı bir sahanı olmalı.
Kapalıçarşı’nın kuyumcuları arasında yürürken parlak ışıklı olmayan küçük ve mütevazı kuyumculara ve antikacılara uğramanızı öneririm. Çok zarif, antika takılar satan birkaç yer var hala. Her gidişimde sayıları daha az ama var. Minik elmaslı art nouveau küpede aklım kaldı. 1910’larda küpeyi takan sahibi belli ki çok zevkli biriymiş…
Ortaköy’de de Boğaziçi Koleksiyon’a uğradım. İstanbul’da yaşarken ziyarete gelen yabancı arkadaşlarımı götürdüğüm bir yerdi. Üstteki fotoğrafta çerçevelenmiş şarap etiketi oradan. Konstantin Georgiadis’in Kadıköy Söğütlüçeşme’deki imalathanesinde ürettiği Kouvet şarabına aitmiş. Georgiadis aynı zamanda Elif ve Ağa rakılarını da üretiyormuş. Eskilerden konser programları ve birkaç haritaya da karşı koyamadım. Adres: Mecidiye Mh. Cami Sk. No:2 Ortaköy
Alexandra
Arnavutköy’de bir kokteyl bar Alexandra. Galiba alışkanlıkların dışına çıkıp ilk kez gittiğim tek mekandı. Birkaç katlı, terasın ve asma katın kokteylleri farklı ama denediklerimiz hep çok lezzetliydi. Kokteyl seviyorsanız tavsiye ederim. Uzun saatler geçirilebilecek bir mekan ayrıca. En azından biz Zeynep ve Melis ile tüm akşamı geçirdik.
Hangi kitaplar?
Alıştıklarımın yerinde olmaması da sık karşılaştığım bir durumdu, pek şaşırmadım. Kabalcı’ya gireyim diye Ihlamurdere Caddesi’ne yönelince gördüm ki artık Kabalcı yok, başka bir şey var. O da kitapçı sanırım ama yabancısıyım ve hiç de iç açıcı görünmüyor. Üst katta onun da kafesi var mıdır acaba? Yağmurdan kaçınca elimde dergilerle sığınır mıyım? Sarı saçlı kadın hangi kekin daha iyi ve taze olduğu konusunda yardımcı olur mu? Üniversiteden siyaset teorisi hocamla orada buluşur muyuz? Bir başka arkadaşımın aldığı kitaplara laf atar mıyım? En sevmediğim yazarları doldurdu yine. Sonra o da bana sataşır mı? Bilmiyorum, girmedim. Balık Pazarı’nın karşısına Mephisto açılmış, oraya girdim. Tabletten okumaya alıştığımdan beri eskisi gibi bavulda kitap taşımasam da yukarıdakilere dayanamadım. Zaten bunları PDF olarak bulmak zor olabilir…
Son gece, hatta bayağı gecenin körü saatlerinde, çat kapı Merve’ye gittim. Kimonosuyla, mumlarıyla, şarapla karşıladı Jelatin Hanım. Bence ertesi gün işe gitmesi gerekmese sabahlardık da. Öyle biri zaten, o anlatsın sen dinle, o gülsün sen neşelen… Bir kitaptan fırlayıp gelmiş gibi sanki. Sanki 30 yılım onunla geçmiş… Bu arada pek çok arkadaşımı gör(e)medim ama onlar da Kabalcı gibi, sanırım hala kitapçılar ama vitrin mi değişmiş? Bir şey olmuş… Bir şeyler yavaş ya da hızlı değişiyor, elimizden kayıp gidiyor ve neyse ki bunu kabullenince yeni şeyler, insanlar da geliyor. Yeni şehirlere evimiz diyoruz, sonra başka evlerimiz de oluyor…
B A Y I L D I M
BeğenLiked by 1 kişi
Ben sizi misafir etmeye hep motiveyim Berna Hanım’cıım. Çat kapılı, mum ışıklı, şekilli peynirli ve şişelerce şaraplı nice misafirliklerimiz olsun. Ertesi günkü mutluluğum hep aklımda. <3
BeğenLiked by 2 people
Ne güzel yazmışsın. Bir kez daha üzüldüm denk gelemeyişimize :/ Bir dahakine, sağlıkla…
BeğenLiked by 1 kişi
Berna, sen hep gel, görüşemesek de hep yaz. İstanbul’da yaşamıyormuşum gibi İstanbul’u özlüyorum bazen, yazın bana bile iyi geldi.
BeğenLiked by 1 kişi
Ne güzel yazmışsın yine, Bodrum’daki küçük ofisimden bir süreliğine uzaklaşıp İstanbul’da güzel bir tur attım sanki. Bu arada Rebul İstanbul kokusunu ben de çok severim :)
BeğenBeğen