Lost in Translation izleyenler hatırlarlar, Bill Murray’in canlandırdığı baş karakter Tokyo’da her şeyi yadırgamaktadır. Kendi bunalmışlığının yanısıra, Japon kültürüne karşı üstten bakış bol bol hissedilir filmde. Çünkü farklı. Çünkü farklıysa gariptir.
Koskoca bir Japonya gezisini Japonlara garip demek için yapmadım. Tepeden bakan turist hallerini sevmiyorum. Ama evet anlamadığım çok şey oldu. Neden çok basit bir yön bulma sorusu sorduğumda dakikalar süren ve hiçbir yere varmayan yanıtlar alıyorum, neden göz teması kurmuyorlar, neden taksilerin kapısı otomatik ve dokunmamamız gerekiyor, geleneksel Japon kültürü nereye gitti, bu çocuksuluk, sevimlilik, mangalar, bilgisayar oyunları ne zaman, nereden çıktı ve neden bu kadar popüler? Bu yazı da Japonya seyahati boyunca neden acaba diye sorduğum sorulara cevap bulma çabamın sonucu. Yanlış olduğunu bildiğiniz şeyleri kaynak göstererek düzeltirseniz çok sevinirim.
Japonya’da doğal durum belirsizlik ya da muğlaklık olarak çevirebileceğimiz aimai. Birisine nasıl olduğunu sorduğunuzda iyiyim ya da kötüyüm gibi net yanıtlar vermemesi gerekiyor. Onun yerine fena değil gibi muğlak ifadelerle yanıtlıyorlar. Batı kültüründeki net ve kısa cevaplar, Japon kültüründe kabalık olarak görülüyor. Basit bir soru sorduğunuzda kısa ve net yanıt alamamanızın sebebi de bu, kaba davranmak istemiyorlar. Oysa siz uzun uzun açıklamalar dinlerken sıkılıyorsunuz ve Bill Murray gibi bakmaya başlıyorsanız o sırada, yapmayın.
Ülke içinde seyahat edecekseniz ki bence etmelisiniz, mesela Kyoto’ya gitmezseniz eksik kalır, tren tercih edebilirsiniz. Bilet fiyatları pek çok rotada uçak biletinden daha yüksek bile olabilir ama trenle görebileceklerinizin yanına yaklaşmaz. Bu manzara da Osaka-Kyoto arasından.
Japonya’da gastropub’lara yani iyi yemek sunan barlara “izakaya” deniyor. Her yerde karşınıza çıkacak. Narukiyo’ya ise bir bilenin tavsiyesiyle gittik. Yemek, ortam, servis her şey muhteşemdi.
Narukiyo İzakaya
2 Chome-7-14 Shibuya
Kyoto Gion’da geyşalar.
Japonya’da temelde iki ayrı inanış var. Şintoizm ve Budizm. Haliyle karşınıza sıkça bu dinlere ait ibadethaneler çıkacak. Haritada “shrine” ve “temple” diye görüp isimlerinin neden farklı olduğunu anlayamadığınız o renkli süslü ibadethaneler… Şinto tapınaklarının girişinde ellerinizi ve ağzınızı yıkamanız için bir kaynak, ayrıca tapınak önünde bir çift koruyucu aslan ve köpek bulunuyor. Budist tapınaklarını ise girişindeki duman ve yoğun tütsü kokusundan tanıyabilirsiniz.
Çocuk yetiştirmek Japon kültüründe en önemli uğraş olarak görülüyor ve bu uğraş tabii ki anneye ait. Annenin işini bırakması ve çocuğuna bakması bekleniyor, birkaç yıllık bir aradan ziyade çocuk yetişkin olana kadar annesinin başında olması gerekiyor. Bu Konfüçyanizm’in Japon kadınlarına en büyük darbelerinden biri olmuş. Kadın evlenene kadar babasına, evlendikten sonra kocasına, daha sonra da oğluna ait sayılıyor. Şimdilerde Japon halkı doğum oranındaki ciddi düşüş konusunda kaygılı ancak bunun önemli bir nedeni de kariyer yapmak isteyen kadının evlenmek ve çocuk sahibi olmak istememesi. Evlilik dışında çocuk Japonya’da hoş karşılanan bir şey değil.
Tokyo’da herkesin çok çalıştığını görüyorum. Çokuluslu bir şirkette yönetici arkadaşımız hiç izin kullanmadıklarını, gece geç saatlere kadar çalıştıklarını ve akılalmaz hiyerarşiyi anlatıyor. Aşırı çalışmaktan ölmeye “karoshi” deniyormuş. Çok fazla kural var ve bu kuralları anlamam bir yılımı aldı, hala sebebini bilmediğim pek çok kural var diyor. Bu aşırılığın adı Bushido. Samuraylar arasındaki etik kurallar-davranışlar dizisi. Bizdeki adab-ı muaşeret. 12. yüzyıldan 19. yüzyıl sonuna kadar samuraylık Japon toplumsal sınıflarının en üstünüydü. Bushido’nun temelini Zen ve Konfücyanizm oluşturuyor. Budizmin Japon orijinli bir kolu olan Zen Japon karakterinin de özü aslında. Çay seremonisi, çiçek seremonisi vs her şey Zen. Konfüçyanizm ise Bushido’nun davranışsal tarafı. Öğretmene saygı, toplumsal hiyerarşi, itaat, kendini göreve adamışlık bu sektin en belirgin özellikleri. Kamikazelik, intihar oranlarının yüksekliği, aşırı mesai ve tatile çıkmama gibi Japonluklar, Konfüçyanizmin birer yansıması. Yine de yeni nesillerde bu davranışlar yarı yarıya azalmış.
Japonya’da akşamüstü şarabının yerini sake alıyor. Dizimin üstüne oturup sake içmeye hemen alışıyorum. Aşağıda gördüğünüz tatlı balık ise restoranın önündeki akvaryumda müşteri bekleyen fugu. Fugu balığını pişirmek için yıllar süren bir eğitim ve özel sertifika gerekiyor. Sebebi oldukça pahalı olan bu balığın aslında zehirli olması. Müdavimleri çok.
Tarım alanları verimli olmayan ada ülkesi Japonya’da denizden çıkan her şey tüketiliyor. Maalesef tepkilere rağmen balinalar da tüketiliyormuş, ben rastlamadım. Shibuya’da, Osaka’nın kalabalık caddelerinde yürürken karşıma sık sık pet shoplar çıkıyor, gördüğüm kadarıyla çok yaygın ve hayvanların koşulları da hiç iç açıcı görünmüyor. Çok tatsız bulduğum için gitmedim ama “tematik kafeler” Japonya’da çok yaygın, kedili kafeler, papağanlı ve hatta yılanlı kafeler… Genelde 30 dakikalık sürelerle bu kafelere giriliyor, sonrasında hayvanlarla nasıl iletişim kurulduğunu hiç bilmiyorum, Karaköy kafelerindeki gibi olduğunu, bir kedinin yemeğinize sulandığını ve sürecin doğal geliştiğini ummak istiyorum sadece. Merak etmiyorum. Eğlence unsuru olarak hayvan görmekten çok sıkılmışken işim için Osaka akvaryumuna gitmem gerekiyor. Bir havuzda metrelerce uzunluğunda balina köpekbalığını görünce moralim daha çok bozuluyor. Yine kısıtlı gözlemle varabildiğim sonuç Japonya’da hayvan hakları diye bir şey olmadığı. Sonra kahvaltı yaptığım mekana altı bezli köpeğiyle gelen ve köpeğin bezini oracıkta değiştirip yanındaki sandalyeye oturtan kadın aklıma geliyor. Süpermarketlerde köpek bezi reyonunu görünce bunun da bir istisna olmadığını anlıyorum, pek çok Japon’un köpeklerini pusette gezdirdiğini görünce yine kafam karışıyor, bulanıyor, işin içinden çıkamıyorum.

Kimono toplumsal hayattan neredeyse tamamen çıkmış, geleneksel Japon müziği de öyle. Yerde yemek yemek fazla tercih edilmiyor. Kimononun çıkmasının sebebi rahat ve pratik olmamasının yanı sıra pahalı olmasıymış. Daha aristokrat Japonlar tercih ediyormuş artık. Benim gördüklerim de bunu doğrular nitelikteydi. Bir diğer sebep de kimono giyildiğinde uyulması gereken kurallar silsilesi olması. Yani Japon kültürünün sadece kimonosunu alayım diyemiyorlar, paket olarak geliyor. Bazı önemli davetlerde, organizasyonlarda da kimono giymek zorunlu, ama bu davetlerde müzik de geleneksel Japon müziği, uyulması gereken kurallar da sıkı olarak belli. Yani Batı kıyafetleri, Japonların daha özgür olabilmesinin önşartı gibi.
Metroda, restoranlarda insanların birbiriyle çok az konuştuğunu görüyorum. Bunun nedeni de chinmoku‘da saklıymış meğer. Konuşmadan anlaşmak Japonlara göre en sağlıklı iletişim. Evli bir kadın ve erkek bile sözsüz iletişim kurmayı tercih ediyorlar. Mesela, televizyonda ilaç reklamlarında bile o ilacın etkileri doğrudan kelimelerle ifade edilmiyor, onun yerine ünlü aktörler veya magazin figürleri “sıcak aile fertleri” ni oynuyorlar ve biz mutlu aileye bakarak o ilacın ne kadar da iyi olduğunu anlıyoruz.
Özel olarak yetiştirilen Wagyu sığırından elde edilen Kobe eti fiyatıyla göz korkutabilir ama et seviyorsanız denemelisiniz.
Bu kadar ciddiyet içinde son olarak biraz da “kawaii” den bahsetmek gerek. Küçücük çocukların dizlerine kadar titizlikle çekilmiş koyu renk çorapları, boyalı siyah ayakkabıları ve kocaman sırt çantalarıyla son derece ciddi okula gittikleri bir ülkede yetişkinlerin kawaii çılgınlığı şaşırtıyor. Sebebi işte o çok ciddi ve koyu renk çocuklukmuş. Kurallardan geçilmeyen bir ülkede kendi kararını verme yaşına gelen bireylerin sisteme tepkisi olarak yorumlanan karşı kültür kawaii. Kısıtlı gözlemlerime göre, en çok kawaii, daha da çok kawaii isterseniz Shibuya yakınındaki Harajuku mahallesine gitmeniz gerekiyor. Ama şart değil, trende yanınızda oturan koyu renk takım elbiseli adamın Hello Kitty kılıflı telefonundan da, hediyelik eşya mağazasının vitrininden de “kawaii vibes” alabilirsiniz.
Kaynaklar:
Hello Kitty & Gothic Lolita’s, Ivo Smith & Kasia Cwiertka, Leiden University Press
The Japanese Mind: Understanding Contemporary Japanese Culture: Roger J. Davies, Osamu Ikeno
Akiyama, Nobuo and Carol Akiyama. 1994. Japanese for the Business Traveler
1- Kendimi “çok” öğrenmiş gibi hissediyorum. Hatta güzel bir yemek yemiş gibi…
2- Bir bu kadar daha olsaydı dedim. (çünkü oburum)
3- Fotoğraflar muhteşem.
BeğenLiked by 1 kişi